Hemen herkesin cinsel sorunu olabilir. Her ne kadar medyada cinsellik herkesçe yapılan, ateşli ve basit bir şeymiş gibi tanımlansa da, gerçek cinsellik emek gerektirir. Yeni evliler sevişmeyi öğrenirken cinselliği kim başlatacak, ne heyecan vericidir, sabah mı akşam tipi mi gibi uyum sorunlarına yanıt ararken, küçük çocuklu çiftler mahremlerini korumak için tükenebilir ya da yaşlı çiftler menapozla, andropozla ya da cinsel kopuşa yol açabilecek eski ilişki sorunlarının gündeme gelmesiyle uğraşıyor olabilir. Cinsellik aracılığıyla güç savaşı yapan çiftlerde altta yatan temel sorunlardansa seks alanında savaş vermek daha kolay olabilir. Ve tüm çiftler cinsel isteklerini sürdürme güçlüğüne yol açabilecek ilişkilerindeki yakınlık ve mesafe açmazını çözebilmelidir.
Dünyanın farklı bölgeleri, ülkeleri ve kültürlerinde yapılan araştırmalarda cinsel sorunların sık olduğu, çok sayıda çalışma değerlendirildiğinde yaklaşık olarak her üç kişiden birinin cinsel yaşamının herhangi bir döneminde en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşadığı ortaya koyulmuştur. Sık olan cinsel sorunların kültürel ve toplumsal etkenlere göre ortaya çıkışında bazı farklılıklar da olmaktadır, örneğin ülkemizde kadınlarda vajinismus, cinsel istek bozuklukları ve çeşitli orgazm güçlükleri, erkeklerde ise erken boşalma, cinsel istek ve boşalma bozuklukları daha yüksek oranlardadır.
Cinsellik cinsel organlarla sınırlı değildir. Cinsellik bedensel, psikolojik, sosyal koşullardan etkilenen, duygusal, düşünsel, yerleşmiş inançlarımızın olduğu bir alandır. Bu inançlar hatalı olabilmekte, cinsel sorun ve bozuklukların ortaya çıkmasında bedensel, psikolojik özelliklerimiz ya da ikili ilişkilerin etkileşimlerinin yanı sıra etkili olabilmektedir. Cinsel tedaviler, oluşumunda rol oynayan etkenlere göre değişebildiğinden kişi ile birlikte sorunu ortaya çıkaran, yerleşmesine neden olan etkenler birlikte incelenir. Sorunun tedavisinde etkili olacak ilaç veya psikoterapiler seçilir. Cinsel sorun tıbbi veya bedensel biyolojik bir nedene bağlı ise, tedavisi ilaç veya diğer tıbbi tedaviler olacaktır, bu durumda tedaviyi, ürologlar, kadın hastalıkları ve doğum uzmanları ya da psikiyatristler yaparlar. Eğer cinsel sorun psikolojik etmenlerle ilişkili ise veya tıbbi bir nedene bağlı olarak gelişmiş olsa bile psikolojik etmenler durumu ağırlaştırmışsa, cinsel terapiler uygulanmalı ya da ilave edilmelidir.
Cinsel terapiler aslında özel bir öğrenme biçimidir. Bu öğrenme sürecinde kişiye temel olarak mahrem ve güvenli bir öğrenme ortamı oluşturulur, bu ortamda kişi kendi denetimi altında kendisini, kimliğini, bedenini, ilişkisini keşfetmeye cesaretlendirilir. Bu keşif ve öğrenim kişinin özelliklerine göre değişen bir süratte ve derece derece olur. Bu nedenle cinsel sorunun ilaçla tedavisi yapılırken de, cinsellik salt bedensel bir sorun olmadığından hasta ile hekim arasındaki ilişkinin önemi vardır.
Bütün tedaviler gibi cinsel tedaviler de bilimsel veriye dayalı olmak zorundadır. Cinsel terapi, cinsel sorunları olan birey ya da çiftlere uygulanan bir tür bilişsel davranışçı tedavidir. Cinsel sorunun tipine ve sorunlu çifte göre değişiklikler olmakla birlikte, cinsel tedaviler ortalama olarak 2-4 ay ve 6-10 seans sürer, ama kişiye göre bir iki görüşme ile kısa zamanda düzelen vakalar olabildiği gibi, tedavisinin bir iki yıl sürmesi gereken vakalar da olabilir.
Terapide ele alınan cinsel işlev bozuklukları; cinsel isteksizlik, uyarılma bozukluğu, vajinusmus, ağrılı cinsel birleşme (disparoni) , orgazm bozuklukları, erkekde erken boşalma, sertleşme bozukluğu, geç boşalma, tıbbi hastalıkların yol açtığı cinsel güçlükler, seks bağımlığı, cinsel uyarılma bozuklukları, fetişizm sayılabilir.
Ancak ülkemizde yaşanan cinsel sorunlara göz attığımızda, cinsel eğitimsizlikten kaynaklanan sorunlar, cinsel bilgi eksikliği, cinsel deneyimin yetersiz olması, cinsellikle ilgili yanlış inanışlar, yetiştiriliş biçimi nedeniyle sağlıklı bir bedene ve psikolojik yapıya sahip bireylerde ya da çiftlerde cinsel sorunlar sık görülmektedir. Bu sebeplerle meydana gelmiş olan cinsel sorunlar da birkaç seans danışmalık verilerek tedavi edilebilmektedir.
Hayal kırıklıkları, incinmişlik, öfke, alınganlık, suçlamalar ve ketlendikleri için çiftler sıklıkla bu mahrem sorunlarını çözme yoluna gitmezler. Çalışmalara göre çiftlerin sorun çözümü için yıllarca bekledikten sonra başvurmaktadır. Geç başvurma sebeplerinin başında kaygıları yer almaktadır. Sorunla yüzleşme ve gerçekte uyumlu olmadıklarını keşfetme, sorununun aslında çözümünün olmayacağı korkusu çok güçlüdür ve her geçen gün daha da umutsuzluğa yol açacak şekilde sürekli ertelemelerine yol açar. Oysa sıklıkla cinsel terapiden çiftler keyif alır. Cinsel terapi hastaların ahlaki, dini, kültürel ve değerler sistemine saygılıdır ve erotik zihnin yargılamayarak muayene edilmesine izin veren güvenli alan sağlar.
Cinsel terapilerle ilgili bilinen yanlışlar; cinsel organ muayenesinden geçebileceği, bütün eski cinsel deneyimlerini eşine anlatacağı korkusu, cinsel terapistin ilişkiyi ateşlemek için önerebileceği kabul edilemez teknikler, cinsellik hakkında hiçbir şey bilmediğinin ortaya çıkacağı korkusu olabilmektedir.
Cinsel tedaviler, psikoterapi oturumları muayenehane veya hastanelerde yapılır. Cinsel terapi bu konuda eğitim almış, deneyimli psikiyatrist ve psikologlar tarafından uygulanır. Cinsel terapi diğer psikoterapiler gibi sadece konuşarak yapılır. Cinsel terapiye başvuran kişinin cinsel eşi varsa tedaviye cinsel eşiyle başvurması önerilir. Çünkü bu tedavi başarısını daha da artırmaktadır. Öncelikle her iki partnerle ayrı ayrı görüşülerek cinsel öykü ve cinsel sorun öyküsü alınır. Sorunun alanları belirlendikten sonra tedavi hedefleri çiftle beraber saptanır. Görüşmelerin sıklığı, süresi ve temel ilkeleri belirlenir. Sıklıkla çiftler terapi sonlandıktan sonra yardım için neden bu kadar çok beklediklerine hayıflanırlar. Hislerinin normal olduğunu öğrenirler. Cinsel terapide çiftler birbirleriyle cinsellik hakkında konuşmayı öğrenirler. Tabular yoktur. Başlangıçta güçlük çekilse de terapistin eşliğinde kaygılar giderilir. Cinsel bölgelerin anatomisi ve fizyolojisi, cinsel yanıtların işleyişi, yanlış cinsel inanışlar, cinsellik kavramı anlatılır. Daha sonra çeşitli ev ödevleri verilerek cinsel terapi uygulanır.
Cinsel işlev bozukluklarında bazı yanlış tedaviler uygulanmaktadır. Vaginismusu olan kadınlara ve eşlerine önerilen “kadının alkol alarak gevşemesinden sonra cinsel birleşme denenmesi”, “kadının cinsel organına anestezik/uyuşturucu kremler sürüldükten sonra deneme”, “künde pozisyonuna getirip hareketsiz kalması sağlandıktan sonra zorla birleşmenin gerçekleştirilmesi”, “kızlık zarının ameliyatla alınması ya da anestezi altında birleşmenin gerçekleştirilmesi, “vajinal botoks”, “muayenehanede, terapistin yanında cinsel birleşmenin gerçekleştirilmesi” gibi uygulamalar hatalı ve zarar verici yöntemlerdir. Üç seansta vaginismus tedavisi OLMAZ. Erken boşalma şikayeti olan erkeklere önerilen anestezik madde içerikli “geciktirici krem ve spreyler” cinsel organın duyarlılığını azaltarak, yani uyarılmayı geciktirerek boşalma süresini uzatabilirken, aynı zamanda erkeğin aldığı zevki azaltır ve sertleşme güçlüğüne neden olabilirler. Etik de olmayan yanlış tedavi uygulamalarıyla kişiler travmatize olur ve tedavi motivasyonlarını kaybedebilir. Zaman içinde çözüm arayışları cevapsız kaldıkça cinsel ve ruhsal sorunlar pekişebilir, tabloya başka cinsel işlev bozuklukları da eklenebilir. Cinsel tedavilere başvuran kişiler her zaman kendilerindeki sorunun tanımını, nedenlerini ve uygulanabilecek tedavi alternatiflerini hekime/terapiste etraflıca sorarak öğrenme hakkına ve sorumluluğuna sahiptirler. Tedavinin ne kadar süreceğini, nasıl ücretlendirileceğini sormaları da uygun olacaktır. Cinsellik insan ruhunun ve bedeninin tamamını ilgilendiren bir eylemdir ve “mucizevi tek seanslık” tedavilerle “sorunu çözme” iddiaları etik dışı uygulamalardır. Maalesef yanlış tedavi yöntemleri uygulayan kişilerin önemli bir bölümü medya aracılığıyla yoğun bir popülarite kazanmıştır ve bu kişiler sürekli göz önünde olduklarından tedavi arayışındaki kişilerin etik dışı uygulamalara yönelme riski artmaktadır.
İstismara ve oyalamaya açık bir alan olan cinsel sorunların tedavilerinin bilimsel olarak kanıta dayanması gerekir. Tıbbın, psikiyatrinin ve cinsel terapilerin bilimsel standartlarına olduğu kadar etik kurallarına da uygun olmalıdır. Örneğin, cinsel sorunla başvuran bir hastada psikiyatristlerin muayenesi bedensel incelemelerden değil, davranış, düşünce ve duyguların incelendiği görüşmelerden oluşur. Bedensel bir sorunu olduğunu düşündüğü kişiyi ise kadın hastalıkları ve doğum uzmanı veya üroloji uzmanına yönlendirmelidir. Psikolog veya hangi branştan olursa olsun doktorun yanında ya da mekanında cinsel ilişki kurulmaz. Bilimsel olarak böyle bir tedavi yöntemi olmadığı gibi, bu durum tıp ahlakına uygun da değildir.
Cinsel terapide başarı oranı genellikle yüksektir. Ülkemizde sık gözüken cinsel işlev bozukluklarının (vajinismus, erken boşalma) tedavi sonuçları yüz güldürücüdür. Cinsel terapiye en iyi ve en kısa sürede yanıt veren cinsel işlev bozukluğu vajinusmusdur. Disparoni (ağrılı cinsel ilişki) tedavisi vajinismus tedavisine benzer ve cinsel terapi ile başarı oranı oldukça yüksektir. Bedensel nedenlere bağlı kadın uyarılma bozukluklarında nedene yönelik tedavi uygulanır. Örneğin menopoz dönemindeki hormon tedavileri sorunun çözümünde çok önemli bir yer tutar. Ya da herhangi bir ilaç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan uyarılma bozukluğunda ilacın değiştirilmesi ya da dozunun azaltılması sorunu kolayca çözebilir.
Cinsel terapi kalıcı çözüm sağlar. Örneğin erken boşalma sorunu olan bir hastanın cinsel terapisi sona erdiğinde sorunun tekrarlama olasılığı bulunmamaktadır. Ancak tamamlanmamış ya da yarım bırakılmış cinsel terapilerde cinsel sorunlar nüks edebilir. Tekrar terapiye alındığında ise hastada depresyon, motivasyon eksikliği nedeniyle tedavi süresi uzayabilir. Öte yandan örneğin; daha önce sertleşme bozukluğu nedeniyle tedavi edilmiş olan bir hastada ileri yaşlarda şeker hastalığı veya kalp damar hastalığı gibi bedensel hastalıklar nedeniyle tekrar sertleşme bozukluğu gelişebilir.
Mutlu ve doyumlu bir cinsel yaşam için bazı noktalar dikkate alınmalıdır. Cinsellik, ilk önce kendini tanımakla başlar. Ancak kendisini seven, sayan ve güvenen bir insan karşısındakine de bu olumlu duygularla yönelebilir. Mutlu ve doyurucu cinselliğin ilk koşulu, karşılıklı saygı ve eşler arası etkin iletişim ve paylaşımdır. Mutlu bir cinsel yaşam, karşılıklı güven, dürüstlük, açıklık, paylaşım ve saygı üzerine temellendirilmelidir. Kişiler birbirlerine karşı sorumlu davranmalı, herkesin bir mahremiyeti ve değeri olduğunu akıllarından çıkarmamalıdırlar. Hiç kimse hoşlanmadığı bir cinsel davranışı yaşamak ya da sürdürmek zorunda değildir. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bir ilişkide, cinsellik daha doyumlu olur. Cinselliğin nasıl yaşanacağına dair ayrıntılarda çiftlerin ortak kararı olmalı ve her iki tarafın istek, onay ve rızası ile gerçekleştirilmelidir. Cinsel birleşme için zaman ve ortam uygun seçilmelidir. Güvensiz ortamlarda kadının doyum sağlaması güçtür. Çünkü kadın, cinselliğe daha fazla toplumsal kaygılarla yaklaşır ve yine cinsel haz duyabilmesi için tüm duyu organlarının ve beynin buna hazır olması gerekir. İstenmeyen gebelik ve cinsel yolla bulaşan hastalık kaygısı, özellikle kadının mutlu ve doyumlu cinsellik yaşamasını engeller. Çift, bu konuda önlemlerini önceden almış olmalıdır. Kadının doyumlu bir cinsel ilişki yaşayabilmesi için ön sevişmeye yeterince zaman ayrılması gerekmektedir. Çift, cinselliğe ilişkin mitleri ve toplumsal değerleri, birlikte konuşarak ve paylaşarak aşmalıdır.
Bir insanın başka bir insana cinsel yakınlık duyması, her eş için farklı davranışları içerebilir. Bu nedenle çiftler, kendi aralarında sevdikleri, haz aldıkları ve istedikleri veya sevmedikleri cinsel davranışları konuşmalıdır. Ayrıca ilişki sonrası da duyulan haz, mutluluk ya da doyumsuzluk paylaşılmalıdır. Sahte, yapmacık ve dürüst olmayan geri bildirimler, uzun vadede karşılıklı güveni sarsabildiği gibi eşlerin cinsel birlikteliklerini de zedeleyecektir. Paylaşım ve kendini ifade etme, çift için ortak ve en uygun cinsel davranışı keşfetmelerine yardımcı olacaktır.
Cinsel yaşam, diğer insani etkinlikler gibi toplumsal ve kültürel etkilere açıktır. Toplumlar yeni kuşakları yetiştirirken, zaman içinde oluşturduğu kalıp düşünceleri ve yargıları da yeni kuşaklara aktarır. Büyüme sürecinde de içinde büyüdükleri kültüre göre bir kadının ve erkeğin neleri yapması ve neleri yapmaması gerektiğini öğrenmiş olurlar. Ancak bu süreçte öğrendikleri ve benimsedikleri birçok şey yanlıştır. Özellikle cinsellikle ilgili inanışların bir çoğu abartılı, yanlı ve yanlışlara cinsel mitler, yanlış inanışlar denir. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz;
a) Erkekler duygularını belli etmemelidir: Bu yanlış inanış erkeklerin hem ikili ilişkilerinde hem de cinsel yaşamlarında oldukça engelleyici bir rol oynamaktadır. "Erkekler ağlamaz" miti duygularını açmak, isteklerini söylemek, özellikle de istemediklerini söylemek konusunda erkekleri engellemekte ve ilişki açısından sınırlayıcı olmaktadır.
b) Başka şeylerde olduğu gibi cinsellikte de başarıya ulaşmak son derece önemlidir: Bu mit erkeklerin hedefe ve başarıya yönelik yetiştirilişleriyle birlikte etki ederek, cinsel hazzın paylaşımını bir performans konusuna dönüştürmektedir. Başarı odaklı ve cinsel birleşme hedefine yönelik sevişme, cinsel iletişimin zengin paylaşımını sınırlamaktadır. Erkekler kafalarında yaşattıkları jürinin önünde başarmaları gereken bir sınava çıkmış olduklarını varsaydıklarından kaygıları artmaktadır. Olası bir "başarısızlık" erkeklikleriyle ilgili tasarımlarını ciddi ölçüde zedeleyebilmekte ve tesadüfi bir sorun kalıcı olabilmektedir. Cinsel iletişimi başarılı olmak zorunda olduğu bir aktiviteye çeviren erkek, eşinin de cinsel hazzını azaltmaktadır. Cinsel hazzı paylaşmak için değil de, bir şey başarmak derdinde olan biriyle birlikte olmak kadının da hazzını azaltmakta hatta engellemektedir.
c) Cinsel ilişki isteğini erkek belirtmelidir: Bu inanış hem cinsel olarak aktif olmak isteyebilecek kadını engellemekte hem de cinsel olarak aktif davranan eşini yadırgayan erkeği etkilemektedir.
d) Erkekler cinsel ilişkiyi her zaman ister ve buna her zaman hazırdırlar: Erkeklerin cinsel yaşamlarına bir yük getiren ve cinsel yaşamlarını çarpıtan bu yanlış inanış, erkeği cinsel ilişkiyi istemediği durumlarda zorlamakta, istese de istemese de cinsel ilişkiye girmeye çalışmaktadır. Belki bundan daha önemli olarak kadın erkek ilişkilerini ve arkadaşlıklarını bozmaktadır. Bu inanışla kadınlar kendilerine yakınlaşan her erkeğin her zaman cinsel ilişki talebiyle yakınlaştığını sanmakta, erkek de yakınlaştığı veya kendisine yakınlık gösteren her kadına cinsel istek duyması gerektiğini sanmaktadır.
e) Tüm fiziksel yakınlaşmalar sevişmeyle sonlanmalıdır: Bu yanlış inanış erkeği daha çok etkilemekte ve yakınlık gösterilerini, cinsel ilişki istemediği durumlarda sıkıntıyla karşılamasına yol açmaktadır. Öte yandan eşlerin birbirlerine sevgi, sıcaklık ifadesi olarak temaslarını sınırlamaktadır. Eşinin sadece sevgi ifadesi ile sokulduğu durumda erkek bazen ikisi de istemediği halde cinsel ilişkiye geçmek zorunda hissetmektedir.
f) Cinsel ilişki arzusunu belli eden kadın hafif biridir: Bu inanış kadınların cinsel yaşamlarını engellediği gibi, erkeğin de eşini yargılayıcı olmasına neden olmaktadır. Erkek kafasındaki doğru-temiz-saf kadın tasarımına uymayan arzulu kadınla karşılaştığında ya yakın olunmayacak sadece sevişilecek kadın kategorisine sokarak rahatlamakta ya da ne yapacağını bilemez duruma düşmektedir. Bu nedenle birçok evli erkek, eşinin cinsel ilgi ve arzusunu açıkça ifade etmesinden rahatsız olmaktadır.
a) Erkekler her zaman cinsel istek duyarlar: Özellikle başka kadınları da hatta her kadını arzulamanın erkekliğin doğası gereği olduğu inancı erkekleri doğal olarak istek duymadıkları durumlarda ya istek duyuyormuş gibi davranmaya ya da istek duymuyorlarsa kendilerinden kuşkulanmaya sevk etmektedir. Bu inanış kadın-erkek arkadaşlıklarına da yansımakta ve kadın erkek arkadaşlığını olumsuz etkilemektedir.
b) Yaşlanma cinsel isteği tamamen ortadan kaldırır: Bu özellikle kendisini yaşlı bulan insanların cinsel yaşamlarını engellemelerine yol açmaktadır. Bu konudaki araştırmalar yaşlanmaya bağlı cinsel yaşamın sınırlanmasının biyolojik etkenler olduğu kadar kültürel faktörlerle de ilgili olduğunu göstermiştir. Yaşlıların cinsel isteğini hoş karşılamayan toplumlarda insanlar yaşlanmayla cinsel yaşamlarını daha sıklıkla noktalamaktadırlar.
c) Menopoz cinsel isteği ortadan kaldırır: Üreme ile sevişmeyi birbirine bağlayan kültürel gelenek menopoza giren kadının artık cinsel isteğinin de yersiz olduğunu bundan sonra cinsel isteğin ancak bir sorun olabileceğini telkin eder. Menopozla kadının cinsel hayatının sona erdiğine inanan bir erkek eşiyle sevişme isteğini daha çekinerek dile getirmektedir. Kadınlar açısından ise bu inanış cinsel isteklerini bastırmaya ya da cinsel arzularını ifade etmemeye yol açmaktadır.
d) Kadınların cinsel isteği azdır: Cinsellik kadın için zevk verici değildir, görev olarak yapılır. Bizim kültürümüzde kız çocuklarına yerleştirilen en sık yanlış inançlardan biridir. Böyle yetiştirilen bir kadın kendi cinselliğinden utanmakta ve cinsel ilişki sırasında kendisini engellemektedir.
a) Sevişmek cinsel birleşme demektir: Bu hedefe yönelik yetiştirilen erkekleri daha çok etkileyen bir inanıştır. Böyle inanan bir erkek sevişmenin birleşme dışındaki yönlerini ihmal ederek hem cinsel yaşamın zevklerini sınırlamakta, hem de cinsel ilişkide yakınlık, sıcaklık gibi duygusal yönlere daha çok gereksinim duyan kadını hayal kırıklığına uğratarak cinsel ilişkiye katılımını ve zevk almasını engellemektedir.
b) Sevişmek cinsel organda sertleşmeyi gerektirir: Sevişmeye başlamak için penisin sertleşmesi beklenir. Oysa penisin sertleşmesi, cinsel istek duyulup bir cinsel etkinliğe girişildiğinde, cinsel uyarılma ile ortaya çıkar.
c) İyi bir sevişme cinsel heyecanın sürekli tırmanması ve orgazmla sonlanması demektir: Sevişirken dikkat ve konsantrasyonunu yitiren çift, kısa ve geçici de olsa da bu inanış sayesinde kolaylıkla cinsel ilişkiyi sürdürme isteğini yitirmektedir. Oysa cinsel ilişki sırasında birçok insanda kısa ve geçici konsantrasyon azalmaları olabilmektedir ve sevişmeye devam edince geçer. Keza her sevişmenin mutlaka orgazmla sonlanması gibi bir zorunluluk olmadığı gibi zaten neredeyse olanaksızdır.
d) Cinsel ilişkiyi erkek başlatmalı ve sürdürmelidir: Cinsel rollerin kadını pasifize etmesiyle ilgili bir yanlış inanıştır. Arzulu ve aktif kadından korkan ve tehlikeli bulan geleneksel toplum ve erkekler kadınları cinsel arzularını denetlemeye zorlamak için sayılamayacak kadar çok yanlış inanış geliştirmiş ve bunları yerleştirmeyi başarmıştır.
e) Uyarılmış erkek boşalmazsa zararlı olur: Bu sevişmeyi cinsel birleşmeye yönelten ve kadını istemediği durumlarda da erkeği orgazma götürmekle görevlendiren yanlış bir inançtır. Birçok kadın orgazm olamadığı halde sevişirken eşi orgazm olmazsa suçluluk ve yetersizlik hissetmektedir. Yine kadınların çoğu orgazm olamadıklarında da gene sadece kendilerini suçlamakta ve yetersizlik hissetmektedirler. f) Dikkat başka yere çekilirse erken boşalma önlenebilir: Birçok erken boşalma vakası tedavi başvurusundan önce kendi kendine dikkatini sevişme sırasında dağıtmaya çalışarak boşalmayı kontrol etmeyi amaçlar. Oysa böylesi yöntemler boşalmanın kontrolünü tümden yitirmeleri anlamına gelir. Erkek böyle yaparak boşalmanın geldiğini fark edemez ve erteleyemez. Aniden ve beklenmedik boşalmalar yaşarlar. Ayrıca böyle yöntem kullanan erkeklerde cinsel ilişkiden alınan zevk azalır. Cinsel terapide bunun tam aksine erkeğin cinsel heyecana konsantre olması sağlanmaya çalışılır. Ancak böylelikle erkek boşalmanın geldiğini fark edip durdurabilir.
g) İlk boşalmadan sonraki boşalmalarda erken boşalma sorunu olmaz: Birçok erken boşalma vakası ikinci cinsel ilişkideki uyarılmanın düşük olacağı inancıyla ilk kez seviştiklerinde çabuk boşalmakta ikinci boşalmayı kontrol etmeye çalışmaktadır. Bu yöntem sevişmenin süresini uzatabilir ancak, ikinci sevişmenin cinsel istek olmaksızın yapılması, cinsel uyarının tamamen mekanik temasa bırakılması gibi sakıncaları yanında boşalma kontrolünü sağlayıcı bir yararı yoktur. Daha uzun sevişme sadece uyarılma döneminin uzaması ile mümkün olmaktadır ve çoğunlukla da bu sevişme sırasında sık sık konsantrasyon ve sertleşme kaybı yaşamaktadırlar.
h) Sevişme her zaman doğal ve kendiliğinden olmalıdır; sevişmek hakkında konuşmak düşünmek veya hayal kurmak onu bozar: Sevişme sırasında çiftlerin birbirlerine ne hissettikleri ile ilgili geri bildirimde bulunmaları hem konsantrasyonlarını ve dolayısıyla cinsel hazzı arttırmakta hem de istemedikleri ve konsantrasyonlarını bozan temasları önlemelerini sağlamaktadır. Ayrıca cinsel zevki ve yakınlığı arttırmak çiftlerin birbirlerinin fantezilerini kendi olanakları ölçüsünde yaşamalarını da sağlar. Böylelikle çiftler kendi içlerinde sakladıkları ve cinsel yaşamlarına sokmadıkları arzularının ifade edilmesini ve yaşanmasını sağlayarak bunları cinsel yaşamlarının bir parçası haline getirme olanağına kavuşurlar.
i) Sevişmeyi başlatan kadın ahlaksızdır: Bu da yukarıda belirtildiği gibi kadını pasifize eden yanlış inanışlardan biridir ve temelinde kadının cinsel olarak arzulu olmasının yaratacağı korkular yatar. Bu oldukça eski dönemlerden kalma yanlış inanış belki bilinç düzeyinde aşılmış görünse de birçok erkek eşlerinin cinsel ilişki başlatmalarından rahatsız olmaktadırlar. Özellikle kendine güvensiz ve aldatılma korkusu içindeki erkekler eşlerinin cinsel arzularının farkına varmaktan rahatsız olurlar. Bu yanlış inanış sayesinde kadın sadece eşinin istediği zaman onu memnun etmek için ilişkiyi kabul etmeye kendini koşullandırır.
j) Her erkek her kadına nasıl zevk vereceğini bilmelidir: Bu erkeklerin lehine gibi görünen bir yanlış inanıştır. Öncelikle erkeğin sevişme biçimini ve tarzını sorgulamasına gerek kalmadığı mesajını veriyor olsa da, sorun olduğunda erkeğin kendi erkekliğini sorgulamasına ve durumun ağırlaşmasına götürür. Eşinin yeterince zevk almadığını veya orgazm olmadığını öğrenen birçok erkek bu durumu çözümlenmesi gereken bir sorun olarak değil de kendi erkekliğinin yetersizliğinin bir kanıtı olarak değerlendirmektedir.
k) Sevişme ancak her iki tarafın birlikte orgazm olmasıyla güzeldir: Bu yeni ve modern bir yanlış inanıştır. Cinsel yaşamın daha rahat konuşuluyor olması ve kadınların da cinsel arzularının kabul edilmesinden sonraki dönemde biraz da cinsel araştırmacıların farkına varmadan katkıda bulunmalarıyla gelişmiş bu inanış çiftleri birlikte orgazm olmadıklarında eksiklik duygularına sevk etmektedir.
l) Eşler birbirlerini sevdikleri takdirde sevişmekten nasıl zevk alabileceklerini de bilirler: Bu yanlış inanış sayesinde, sevişmekten yeterince zevk alamayan ya da veremeyen birçok kadın veya erkek hem kendilerinin eşlerini yeterince sevmediklerinden hem de eşlerinin kendilerini yeterince sevmediğinden kuşkulanmaktadırlar. Oysa sevgi cinsel ilişki için iyi bir zemin olmakla birlikte yeterli bir şey değildir.
m) Cinsel ilişki içinde olan eşler içgüdüsel olarak diğer eşin ne düşündüğünü ve ne istediğini bilirler: Cinsel yaşamın çeşitli aktif çabalarla daha da güzelleşebileceğini ve bu konuda çiftlerin yapabileceği şeyler olduğunu inkar eden bir varsayım üzerine kurulu bu yanlış inanış hem böyle katkılardan çiftlerin kendilerini mahrum bırakmasına hem de bir sorun yaşandığında gene kendilerinde bir eksiklik olduğu duygusuna yol açar.
n) Erkek veya kadın sevişmeye hayır diyemez: Sevişmeyi reddetmek eşi reddetmek anlamına gelir ile cinsel sorunu olmayan bir kişi cinsel talebe hayır diyemez varsayımlarının bir bileşeni olan bu yanlış inanış birçok erkeğin ve kadının cinsel kimliklerine ve cinsel güçlerine halel gelmesin diye istemedikleri halde cinsel ilişkiye girmelerine neden olmaktadır. İsteksizce veya çatışmalı olarak başlanan bir cinsel ilişki de doğal olarak haz verici olmamakta ya da hazzın kalitesinin düşmesine yol açmaktadır. Bazen bu şekilde eşlerinin cinsel ilişki taleplerini istemedikleri halde sürekli kabul etmek durumunda hisseden kimseler, sırf bu yüzden cinsel arzularını ve hazlarını kaybederler.
o) Sevişmede neyin normal olduğuna ilişkin belirli ve kesin kurallar vardır: Cinsel yaşamın olağanüstü renkliliği ve farklılığını sınırlayan bu yanlış inanış, birçok kişinin cinsel arzularını ve fantezilerini bastırmalarına ve ifade edememelerine yol açmaktadır. Engellenmiş cinsel arzular yaşanan cinselliği engellemekte ya da alınan hazzın kalitesini düşürmektedir. Oysa cinsel yaşamın özgürlüğü hem kişisel olgunlaşmanın, hem de cinsel hazzın önemli bir etmenidir. Sevişmede tek kural iki tarafında onayının olması gereğidir.
p) Olgun kadın birleşmeyle orgazm olmalıdır: Birçok kadın sadece cinsel birleşmeyle orgazm olamamaktadır. Kadınlarda orgazm çoğunlukla klitorisin uyarılmasıyla mümkün olabilmektedir. Klitorisi bir şekilde uyarmayan cinsel birleşme bir kadının orgazm olmasını sağlayamayabilir. Ancak bu yanlış inanış cinsel birleşmeyle orgazm olmayan kadının kendisini eksik hissetmesine ve arayışa girmemesine yol açmaktadır.
a) Güçlü erkekler üst üste birkaç kez sevişebilirler: Bazen bir erkek yeni evlenmiş ve cinsel sorunu var mı diye başvurduğunda yakınma olarak üç veya dört kez üst üste sevişemediğinden bahsedebilmektedir. Pornografinin ve erkekler arasında böbürlenmelerin yarattığı bu yanlış inanış sonunda erkeklere dönmekte ve kendilerini yetersiz hissetmelerine yol açmaktadır.
b) Bir erkek ne kadar sık ve üst üste sevişebiliyorsa o kadar güçlüdür: Cinsel yaşamı ve ilişkiyi sevişme sayısına indiren bu yanlış inanışın ardında kadınları sadece cinsel bir meta olarak algılayan ayırımcı anlayış yatmaktadır.
c) Bir kez cinsel sorun yaşanırsa bu tekrarlayacak demektir: Özellikle hastalarımızın sahip olduğunu gördüğümüz bu yanlış inanış, cinsel sorunların uzamasına yol açmaktadır.
a) Erkek cinsel organının büyüklüğü oranında zevk verir: Erkeklerin cinsel kimlikleriyle ilgili kuşkuları en çok penis boylarının yeterli olup olmaması ile ilgili kaygılarla kendini göstermektedir. Danışma amacıyla başvuran genç erkeklerin en çok sordukları soru penisin normal olup olmadığıdır.
b) Penisin vajinaya girişi zordur: Bu yanlış inanış en çok vajinismusu olan kadınlarda görülmektedir. Kadın penisin vajinaya giremeyeceğine ilişkin bir inanca sahiptir. Gösterilen her türlü kanıt ve yapılan açıklamalar işe yaramaz ancak verilen ödevlerle aşama aşama parmağını vajinaya sokmayı başaran kadın bundan sonra penisin de girebileceğine inanmaya başlar. c) İlk cinsel ilişki kadın için çok ızdırap vericidir. Kadın için tehlikeli olabilir: Cinsel ilişkinin kadınlar için katlanılması gereken bir görev olduğu inancının yerleştirilmesinin basamaklarından biri cinsel ilişkiyi zevk alınmayacak bir şey olarak sunmakla kalmayıp onu ızdırap verici olarak tanımlamayı gerektirir. Özellikle somut ve gerçek bir acının yaşanacağı ilk cinsel ilişkideki ağrının abartılması bu inancın yerleştirilmesi için gereklidir.
d) İlk cinsel ilişkide kan gelmezse kadın bakire değildir: İlk gece cinsel ilişkide kan gelmemesinin kadının bakire olmadığını gösterdiği inancı zaman zaman trajik olaylara neden olabilmektedir. Kızlık zarı ince bir zardır ve ortası deliktir. Üzerinde ince kılcal damarlar bulunur. İlk cinsel birleşmede anatomik yapıya göre esneyip genişler ya da ince kılcal damarların çatlaması sonucu kanar. Yapılan araştırmalara göre kadınların yarıya yakın bir kısmında ilk cinsel birleşme sırasında kanama olmamaktadır. Ayrıca, her bin kadından biri kızlık zarı olmadan doğmaktadır.
e) Sürtünme ile kızlık zarı bozulabilir: Kızlık zarının hemen bozulabilen bir şey olarak yerleştirilmesi tedbirli olmayı arttıran ve cinsel yakınlık şöyle dursun onu çağrıştıracak olaylardan bile uzak durulması gerektiğini öğreten bir yanlış inanıştır.
f) Evlenmeden önce kızlık zarının bozulmaması için çok tedbirli olunmalıdır: Kızlık zarının kutsallığını ve her an onu korumak gerektiğini yerleştirebilmek amacıyla geliştirilmiş izlenimi veren çok sayıda yanlış inanışlar bulunmaktadır. Bunlar bisiklete binmek, ağaca çıkmak gibi kısmen ilgili şeyler olabileceği gibi bacaklarını açıp oturmak, elele tutuşmak gibi ilgisiz şeyler de olabilmektedir.
g) Mastürbasyon ile kızlık zarı bozulur: Gençlerin sadece başkalarıyla cinsel yakınlık kurmalarını engellemek yeterli olmayabileceğinden cinsel arzularının farkına varmalarını engellemek ve özellikle orgazmın hazzını öğrenmeleri tehlikesini ortadan kaldırmak için geliştirilmiş bir grup inanışta mastürbasyonun tehlikeli ve zararlı olabileceğine aittir. Kadın orgazmı daima klitoristen kaynaklanır. Her kadın klitorisi doğrudan uygun şekilde ve yeterli süre uyardığında orgazm olur. Bu uyarı kadının eliyle, çarşaf, yastık vs bir cisimle yapılabilir. Sonuç olarak, dıştan sürtünme ile yapılan masturbasyonlarda kızlık zarı etkilenmez. Ancak vajinaya cisim sokularak yapılan masturbasyon kızlık zarını yok edebilir.
a) Öpüşme, dokunma gibi yakınlaşmalarla hamile kalınabilir: Cinsel tedaviler için başvuran birçok hastalarda hamile kalmakla ilgili birçok yanlış inanışlara sahip oldukları gözlenmiştir. Bunlar cinsel birleşme olmaksızın çeşitli cinsel yakınlıkların hamileliğe yol açabileceğine dair inanışlardır. Bu gibi inanışların işlevleri gençleri evlenmeden önce cinsel yakınlıklara karşı "korumak" ve her türden cinsel yakınlığın tehlikeli olduğu inancını yerleştirmektir. Ama insanlar cinsel yakınlığın her biçiminin tehlikeli olabileceğine inandıklarında cinsel yaşamlarında da rahat olamazlar.
• Gey erkekler kadın olmak, lezbiyenler erkek olmak isterler: Yanlış.Eşcinsel yönelim bireyin cinsel duygu, istek ve davranışlarının kendi cinsine dönük olmasıdır, erkek eşcinsel için gey, kadın eşcinsel için lezbiyen ifadeleri kullanılmaktadır. Cinsel yönelim karşı cinse dönük olduğunda heteroseksüellik, her iki cinse dönük olduğunda ise biseksüellik söz konusudur. Bireyin eşcinsel olması biyolojik cinsiyetinden farklı bir cinsel kimliği (örneğin erkek eşcinselse kendini kadın gibi hissetmesine ve erkek olmaktan rahatsızlık duymasına) olmasına sebep olmaz.
• Davranışlarına bakarak bir insanın gey, lezbiyen, biseksüel ya da trans olduğunu anlayabilirsiniz: Bazen anlayabilirsiniz, bazen anlayamazsınız. Genellikle sadece onları fark edebilirsiniz, o da eğer tanınmak isterlerse. Gey, lezbiyen, biseksüel ve trans insanlar erkeksi (maskülen), kadınsı (feminen) ve androjenik davranışların herhangi birini ya da bunların karışımını gösteriyor olabilirler. Cinsel rol ve davranışlar cinsel kimliğin bağımsız bir parçasıdır. Bir insanın cinsel yönelimini etkilemez.
• Ben hiç kendisini gey, lezbiyen, biseksüel, ya da transseksüel olarak tanımlayan birisini tanımıyorum: Yanlış. Cinsel yönelimini diğerlerinden gizlemeyen kimseyi tanımıyor olabilirsiniz, ama kesinlikle cinsel yönelimini diğerlerinden gizleyen birini tanıyorsunuzdur.
• Gey ve biseksüel erkekler çocukları cinsel yönden istismar etmeye daha meyillidirler: Yanlış. Çocuk istismarcılarının %90’ı heteroseksüel erkeklerdir. Çoğu kendi aile üyelerinden başlayarak hem kız hem erkek çocuklarını istismar eder. Erkek çocuklarını hedef alan erkek pedofiller erişkin erkelerle romantik, sevgiye dayalı, duygusal ve cinsel ilişkilerle ilgilenmezler. Çünkü onların arzu duydukları bir çeşit sapkınlıktır, eşcinsel yönelim değildir.
• Eşcinsellerin çok fazla psikiyatrik sorunları vardır: Yanlış. Eşcinsel bireylerin heteroseksüellerle karşılaştırıldığında, birinci basamak sağlık hizmetlerine ruhsal sorunlarla daha sık başvurduğu, ruhsal bozukluklar, intihar ve madde kötüye kullanımı riskinin heteroseksüellerden yüksek olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Fakat bu çalışmalar bu yüksek oranın nedenini eşcinsel olmakla değil kişilerin maruz kaldığı ayrımcılık ve baskı, sözel ve fiziksel şiddet, bulundukları bölgede hakim olan homofobik politika ve uygulamalar olduğunu göstermektedir. Bu türden ayrımcı uygulamalara maruz kalmamış bireyler ve heteroseksüellerin karşılaştırıldığı çalışmada ruhsal hastalık ya da kişilik bozukluğu açısından iki grup arasında bir fark bulunmamıştır.
• Eşcinsel bir ilişkide bir kişi erkek diğeri dişi rolündedir: Yanlış. Cinsel yönelimin kişinin cinsel rolüyle ilişkisi yoktur. Gey, lezbiyen ve biseksüel insanlar heteroseksüel çiftlerle aynı sebeplerden ilişki yaşarlar: Sevgi, cinsel çekim, arkadaşlık, ortak amaçlar veya idealler. Heteroseksüel ilişkilerde de çiftler farklı cinsel rollere sahip olabilirler.
• AIDS bir gey hastalığıdır: Yanlış. Aslında en hızlı büyüyen HIV pozitif toplumunu heteroseksüel kadınlar oluşturmaktadır.
• Gey ve lezbiyenler zayıf sosyal ilişkilere sahiptirler: Yanlış. Çalışmalar gösteriyor ki, cinsel yönelimin bir insanın sosyal ilişkilerinin niteliğiyle hiçbir alakası yoktur. Tek fark gey ve lezbiyen bireylerin aile üyelerinden çok, kendilerini daha rahat hissettikleri ve kabullenildikleri arkadaşlarına ve yapılandırılmış destek birimlerine güvenirler.
• Gey, lezbiyen, biseksüeller cinsel yönelimleriyle ilgili şakaları kaldıramazlar: Kim cinsel yönelimi hakkında şaka kaldırabilir? Şakalara ve duyarsız sözlere maruz kalmamış bir kişi, bunun cinsel yönelimini sorgulayan kişi üzerinde yaratacağı güçlü etkiyi fark edemeyebilir. Bunun dışında tekrarlayan ayrımcı tutumlar ya da yaftalamalar o kişinin öz saygısını yıpratabilir.
• Biseksüel bireyler ne istediklerini bilmiyorlar, onlarla seks yapmaya gönüllü olan herkesle ilişkiye girebilirler: Bir insanın cinsel yöneliminin tek eşli olmasıyla ya da ne sıklıkla cinsel ilişki istemesiyle bir alakası yoktur. Biseksüel insanların kafası karışık değildir ve cinsel yönelimleri onları bir seferde her iki cinsle de partner olmaya zorlamaz. Onlar gerçekten hem erkeklere hem de kadınlara aşık olabilirler, partnerlerinin cinsiyeti onlar için bir sorun değildir. Çoğu zaman biseksüelliği anlamayan gey, lezbiyen ve heteroseksuel bireylerden ayrımcılığa uğrarlar. Pek çok insan cinsel yönelimi ve cinsel kimliğin karşıtlar (gey/heteroseksüel, maskülen/feminen, erkek/ kadın) üzerinden ortaya çıktığına inanır, ama bu doğru değildir. Cinsel yönelim, bütün insan özellikleri gibi, değişmez bir bütün içinde ortaya çıkar, aynı saç renklerinin, zekanın, boyun, kilonun, yaratıcılığın farklı derecelerde olabileceği gibi…
Cinsel haklar, bütün insanlar için özgürlük, insanlık onuru ve eşitlik gibi temel haklara dayalı evrensel insan haklarındandır. Cinsel Haklar Temel ve Evrensel İnsan Haklarındandır. Sağlık, temel insan haklarından biri olduğuna göre, cinsel sağlık da temel bir insan hakkı olmalıdır. Bireylerin ve toplumların cinsel sağlıklarının gelişmesi için cinsel haklar tüm toplumlar tarafından tanınmalı, teşvik edilmeli, saygı gösterilmeli ve savunulmalıdır. Cinsel sağlık, bu cinsel hakların tanındığı, saygıyla karşılandığı ve uygulanabildiği ortamlarda mümkündür.
WAS (Dünya Cinsel Sağlık Birliği) genel kurulu 26 Ağustos 1999 tarihinde Hong Kong´da yapılan 14. Dünya Seksoloji Kongresi´de evrensel cinsel haklar deklarasyonunu kabul ve ilan etmiştir. Bu deklarasyona göre cinsel haklar;
1. Cinsel özgürlük hakkı. Cinsel özgürlük bireylerin kendi cinsel potansiyellerini ifade etmelerine olanak verir. Bu tanım cinsel baskının her türünü, her çeşit cinsel zorlama, istismar ve tacizi reddeder ve tanımı dışında bırakır.
2. Cinsel otonomi, cinsel bütünlük ve beden güvenliği hakkı. Bu hak bireyin kendi cinsel yaşamı hakkında, kendi kişisel ve sosyal etiği çerçevesinde özerk kararlar alma gücünü içerir. Bu hak aynı zamanda işkence, yaralama ve her çeşit şiddetten arınmış olarak kendi bedenimizi kontrol etmemize ve zevk almamıza olanak tanır.
3. Cinsel mahremiyet hakkı. Bu hak başkalarının cinsel haklarına müdahale edilmediği sürece yakınlaşma konusunda bireysel karar verme ve davranma hakkını içerir.
4. Cinsel eşitlik hakkı. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, ırk, sosyal sınıf, din veya fiziksel ve zihinsel engel gözetilmeden hiçbir ayrımcılığa maruz kalmama hakkıdır.
5. Cinsel haz hakkı. Cinsel haz, otoerotizm de dahil olmak üzere fiziksel, psikolojik, zihinsel ve ruhsal iyiliğin kaynağıdır.
6. Cinselliğin duygusal ifadesi hakkı. Cinselliğin ifade edilmesi, erotik zevkten veya cinsel eylemden çok daha öte bir kavramdır. Bireylerin cinselliklerini iletişim, dokunma, duygusal anlatım ve aşkla ifade etme hakkı vardır.
7. Özgürce cinsel ilişkiler oluşturma hakkı. Bunun anlamı, bireylerin evlenip, evlenmemekte, boşanıp boşanmamakta ve her türlü cinsel ilişkiye girip girmemekte özgür olduğudur.
8. Üremeyle ilgili özgür ve sorumlu seçim yapabilme hakkı. Bu, çocuk sahibi olup olmamayı seçme, çocuk sayısına ve hangi aralıkla olacağına karar verme, doğurganlık düzenlemesi ile ilgili tüm tedavilere tam erişim hakkını içerir.
9. Bilimsel araştırmaya dayalı cinsel bilgi edinme hakkı. Bu hak, cinsel bilgilerin bilimsel ve etik araştırmalar sonucu elde edilmiş olması ve toplumun tüm kesimlerine uygun yollarla yayılması gerektiğini ifade eder.
10. Kapsamlı cinsellik eğitim hakkı. Bu doğumdan başlayarak yaşam boyu devam eden bir süreçtir ve bütün sosyal kurumları kapsamalıdır. 11. Cinsel sağlık hizmeti hakkı. Cinsel sağlık hizmetleri, tüm cinsel kaygı, sorun ve bozuklukların önlenmesi ve tedavisi için herkese sağlanmış olmalıdır.
Cinsel yönelim kişinin cinsel duygu, istek ve davranışların belli bir cinsiyete çekimidir. Cinsel yönelim karşı cinse olduğunda heteroseksüellik, kendi cinsine dönük olduğunda eşcinsellik, her iki cinse dönük olduğunda biseksüellik denir. Cinsel yönelim yapısal-doğuştan beri vardır ve farklılıklar insan cinsel çeşitliliğinin doğal bir sonucudur. Bu yönelimlerin hiçbiri diğerinden daha doğal, daha sağlıklı, daha üstün, daha “normal” değildir. Her birinde kişinin sağlıklı bir kişilik yapısı geliştirmesi, uyumlu ve tatmin edici kişilerarası ilişkilere sahip olması, sosyal ve mesleki işlev görmesi, cinsel ve duygusal derinlikli ilişkiler yaşayabilmesi mümkündür.
Cinsel yönelim kişinin erkek ya da kadın fiziksel özelliklerine sahip olmasıyla, yani biyolojik cinsiyet özellikleriyle, kendisini erkek ya da kadın olarak kabul etmesiyle, yani cinsel kimlikle, toplumca kadın ya da erkeğe özgü olduğu kabul edilen davranış ve görünüme sahip olmasıyla, yani toplumsal cinsiyet özellikleriyle doğrudan ilişkili değildir. Dışarıdan gözlenerek kişinin cinsel yönelimi anlaşılamaz, sadece kendi ifadesi ile bilinebilir. Cinsel yönelim sadece cinsel etkinlikle ilgili değildir; bir erkeğe heteroseksüel denilmesi için bir kadınla cinsel birlikteliği olması gerekmediği gibi, bir kadının başka bir kadınla ilgili cinsel fantezileri olması ya da cinsel ya da duygusal yakınlık duymuş olması tek başına o kişiyi eşcinsel yapmaz. Cinsel yönelim çok boyutlu olarak değerlendirilmesi gereken ve kesitsel değil ama insan yaşamının geneliyle ilgili hangi cinse çekim duyduğunun değerlendirilmesi ile anlaşılabilir.
Cinsel yönelimlerin, eşcinsellik ve heteroseksüelliğin kökenleri henüz bilimsel olarak gösterilmiş değildir. İnsan ve diğer canlılarda gözlenen bu çeşitlilik hakkında genel kabul cinsel yönelimin bir seçim/tercih sonucu olmadığıdır, zira bireyler hayatlarının herhangi bir döneminde hangi cinsiyetten kişilerden hoşlanacaklarına, aşık olacaklarına, cinsel olarak uyarılacaklarına karar vermezler. Böyle bir karar süreci heteroseksüel bireyler için geçerli olmadığı gibi (yani bir erkek hayatının geri kalanında cinsel ve duygusal olarak kadınlara yöneleceğine karar vermediği gibi), heteroseksüellik dışında cinsel yönelimi olan kişilerde de söz konusu değildir. Cinsel yönelim seçilen değil, fark edilen, karşı karşıya kalınan bir durumdur. Cinsel yönelimin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili yıllarca çeşitli alanlarda çalışmalar yürütülmüşse de tutarlı ve geçerli bir açıklamaya ulaşılamamıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar genetik ve doğum öncesi süreçlere işaret etmektedir; ancak tek belirleyenin bu etkenler olmadığı da gösterilmiştir. Kişilerde saptanan hormon düzeyleriyle, beyin yapısı ve işlevleriyle ilgili farklılıklarla, kişinin geçmişinde cinsel istismar olmasıyla, aile yapısıyla, ebeveyn özellikleri, anne veya babasıyla ilişkisiyle, kendi cinsi ve karşı cinsle ilişki denemelerinde olumlu/olumsuz yaşadıklarıyla, yineleyen denemeler sonucu öğrenmiş olmasıyla, bağımlılıkla açıklanamayacağı gösterilmiştir.
Heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak kabul edildiği toplumlarda çocukluk ve gençlik döneminde bireyler kendilerinin de heteroseksüel olduğunu kabul ederler. Eşcinsel ve biseksüel bireyler ruhsal ve bedensel olgunlaşmalarıyla birlikte kendi cinslerine yönelik ilgilerinin fark etmeye başlarlar. Bu gelişim her bireyde aynı yaşlarda gerçekleşmez. Heteroseksüellik dışında yönelimi olanların çoğunda ilginin belirginleşmesiyle birlikte o zamana kadar gelişmiş olan heteroseksüel kimlikle uyumsuzluk nedeniyle kafa karışıklığı yaşandığı, çevrenin homofobik tepkileri ve olası reddinden kaynaklanan korku, kaygı, suçluluk ve utanç duygularının belirgin olduğu bir döneme girilir. Kişinin yöneliminde değişiklik meydana gelmemektedir; kişinin eşcinsel ya da biseksüel yöneliminin farkına varmasıyla cinsel yönelim kimliği gelişme sürecine (açılma) girilmiştir. Kişisel gelişim ve çevre ile etkileşimin imkan verdiği ölçüde, gerektiğinde ruh sağlığı uzmanlarından yardım alınarak, kişi bütünlüklü bir cinsel yönelim kimliği geliştirebilmektedir. Ruh sağlığı çalışanlarının bu süreçte rolü kişiyi eşcinsel, biseksüel ya da heteroseksüel “yapmak” değil, karşılaştığı güçlükleri anlamasını, baş etmesini kolaylaştırmak, kendini olduğu gibi kabullenmesini kolaylaştırmak, homofobik (eşcinselliğe ve eşcinsellere karşı duyulan korku ve nefret) tepkilere karşı kendini savunma becerilerini akılcı şekillerde kullanıp, baskı ve inkar gibi mekanizmaların yersiz kullanımıyla yüzleştirme, gelişiminin doğal seyrini tamamlarken yaşının gerektirdiği olağan becerileri edinmesini desteklemektir.
Eşcinselliğin insanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren her tarih, coğrafya ve kültürde mevcut olduğu bilinmektedir. Her kültürde farklı şekillerde isimlendirilen bu özelliğe tıbbın konusu haline geldikten sonra eşcinsellik (homoseksüellik) denmeye başlanmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda eşcinsel özgürleşme hareketi bu tıbbi isimlendirmeyi kullanmaktan bilinçli olarak kaçınmayı tercih etmiştir. Kulağa bir tanı kategorisi gibi gelen ve sadece cinsellikle ilgili bir durumu anlattığı izlenimi veren bu ifade yerine, batı toplumlarında kullanılmakta olan başka isimlendirmeler tercih edilmiştir. İngilizce de “gay” (gey) kelimesi, hem erkek hem de kadın eşcinselleri tanımlamak için kullanılagelmiştir. Zaman içinde kadın eşcinsellerin eşcinselliğini eserlerinde ifade eden bir kadın şairden yola çıkarak tercih ettikleri “lesbian” (lezbiyen) kelimesi kadın eşcinseller için kullanılmaya başlanmıştır. Giderek gay daha çok erkek eşcinseller için kullanılır hale gelmiştir.
Eşcinsellik bir hastalık değildir, insan cinselliğinin olağan çeşitliliğinin bir görünümüdür. Psikoloji ve tıbbın bir dalı olarak psikiyatri ilk dönemlerinde hakim ideoloji doğrultusunda üremeye dönük olmayan birçok cinsel etkinlik gibi eşcinselliği de bir ruhsal bozukluk olarak kabul etmiştir. Ancak insan cinselliği ile ilgili çalışmalardan elde edilen bulgular, eşcinsel bireylerin ruhsal işlevlerinin diğer cinsel yönelimleri olan kişilerden farklı olmadığını gösteren bulgular ve eşcinsel özgürleşme hareketinin toplumun eşcinsellikle ilgili tutumunu sorgulaması sonucunda bilimsel olarak eşcinselliğin bir ruhsal bozukluk olmadığı yaklaşık kırk yıl önce ilan edilmiş ve yaygın kabul görmüştür. Bireyin eşcinsel olması kendi başına kişiyi sıkıntıya sokmayan, kişisel, sosyal ve mesleki işlevselliğini bozmayan bir durumdur. Ancak toplumun genel eşcinselliği yadırgayan, hor gören, dışlayan tutumunun kişi üzerindeki etkileri eşcinsel bireylerin ruhsal sorunlar yaşamasına ve ruh sağlığı hizmetlerine yüksek oranda başvurmalarına neden olmaktadır.
Eşcinsellik bir hastalık olarak kabul edilmediği için bir tedavisi de yoktur. Bir ruhsal bozukluk olarak kabul edildiği dönemde çeşitli psikolojik yöntemler, bugün rahatlıkla işkence olarak kabul edilebilecek davranış tedavileri, ilaç ve hormon tedavileri ve hatta beyine yönelik cerrahi girişimler denenmiştir. Bu yöntemlerle eşcinsel bireylerin cinsel yönelimlerinde kalıcı değişiklik sağlandığı gösterilemediği gibi, uygulandığı kişide ruhsal ve bedensel hasara neden olabildiği saptanmıştır. Tedavi ve terapi adı altında yürütülen bu dönüştürme/onarım girişimleri etik ve bilimsel olarak sorunludur ve bilimsel otoritelerce önerilmemektedirler. Bu girişimler cinsel yönelimlerinin farkına vardığında toplumun eşcinsellikle ilgili olumsuz tutumu (homofobi) nedeniyle bu durumundan hoşnutsuzluk duyan, cinsel yönelimleriyle ilgili belirgin bir kafa karışıklığı yaşayan, yoğun bir gelecek kaygısı ve karamsarlığa kapılan kişileri hedef almaktadır. Eşcinselliği dönüştürmeye yönelik bu girişimlerin cinsel yönelimde değişikliğe neden olmadığı, geçici olarak kişinin cinsel yönelimini daha etkin bir şekilde baskılamasına yardımcı olabileceği bilinmektedir. Sonuç olarak, hiç kimsenin bir heteroseksüeli eşcinsel haline getirme gücü olmadığı gibi, hiç kimse ya da herhangi bir yöntemin bir eşcinseli heteroseksüel yapamayacağı bilinmektedir.
Kişinin cinsel yöneliminin farkına varmasıyla başlayan kendini tanıma, kabullenme, çevresindekilerle paylaşma, sosyalleşme sürecinde birçok eşcinsel ruh sağlığı uzmanlarından yardım alma gereği duyabilir. Bu süreç kişinin kendi homofobisi ve içinde yaşadığı toplumun eşcinsellikle ilgili olumsuz tutum ve yargılarıyla yoğun bir şekilde karşılaştığı, kendisini yalnız, dışlanmış ve çaresiz hissedebileceği bir dönemdir. Ruh sağlığı uzmanları kişinin kendini tanımasına imkan veren, yargılayıcı ve yönlendirici olmayan bir tutumla bu süreçte önemli katkıları olabilmektedir. Gerçekçi olmayan değişme umutları vermeyen, kişinin huzursuzluğunu kendisini baskılaması için kötüye kullanmayan bu yaklaşımla kişinin kendi cinsel yönelimini keşfi, tanıması ve kendi koşul ve talepleri doğrultusunda kimliğinin bir parçası olarak var edebilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca bu süreçte yaşanılan zorlanmalara bağlı olarak ortaya çıkabilen depresyon, bunaltı bozuklukları, davranış sorunları, intihar düşünce ve girişimleri, alkol ve madde kullanımı gibi birçok konuda ruh sağlığı uzmanlarınca etkin tedaviler uygulanabilmektedir.
Doğumumuzda anatomik, genetik ve biyolojik özelliklerimizle belirlenen cinsiyetimize ‘biyolojik cinsiyet’ denmektedir. Kişi 2-3 yaşlarındayken ‘ben kızım’ ya da ‘ben erkeğim’ duygusu yani ‘cinsel kimliği’ oluşmaya başlar. İnsanların büyük bir kısmının cinsel kimliği biyolojik cinsiyetleri ile uyumlu olmasına rağmen bazı kişiler kendilerini biyolojik cinsiyetlerine değil karşı cinsiyete ait hissedebilirler (örneğin doğumunda kadın cinsel organlarına sahip bir kişinin kendisini erkek, ya da erkek organları ile doğan bir kişinin kendisini kadın olarak tanımlaması gibi…) Kişinin cinsel kimliği ile biyolojik cinsiyetinin örtüşmediği bu duruma ‘tansseksüalite’ denir. Transseksüel bireyler yaşadıkları bu uyumsuzluğu giderebilmek için tıbbi (hormonal ve/veya cerrahi) müdahaleye ihtiyaç duyarlar. Transseksüalite sıklığı yapılan son çalışmalara göre erkeklerde 11.900’de 1, kadınlarda 30.400’de 1’dir.
Transseksüalite biyolojik, genetik, ailesel, sosyal ve kültürel faktörlerin etkileşiminden kaynaklanır, yapısaldır-doğumdan itibaren vardır. Cinsel kimlik bozukluğuna neden olabilecek faktörlerin her geçen yıl bunların göreceli katkısını anlamaya biraz daha yaklaşılsa da, çoğu faktör hala bilinmemektedir.
Eldeki verile göre, transseksüellik genetik, fiziksel ya da hormonal bir bozukluktan kaynaklanmaz. Psikolojik faktörler göz önüne alındığında, sosyal öğrenme kuramları, yetiştirme unsurları, ebeveyn tutumları ayrıntılı bir şeklide pek çok araştırmada değerlendirilmiş fakat belirgin bir sonuç elde edilmemiştir.
Sonuç olarak bazı bireyler transseksüel olarak doğmaktadır, bu ne bir seçim ne de başkasının (en yaygın kanı ile ebeveynlerinin) hatası değildir, sadece bir farklılıktır.
Çocuk ve ergenlerdeki cinsel kimlik çatışmasının sıkça rastlanan görüntüsü, karşı cinsiyete sahip olma arzusunun ifade edilmesi, karşı cinsiyet gibi giyinme, hissettiği cinsiyete ait oyun ve oyuncaklarla oynama, halihazırdaki kabul edilen cinselliğine ve cinsiyetine uygun beklenen hal ve tavırlardan, giyinmekten ve oyunlar oynamaktan kaçınma, hissettiği cinsiyetten oyun arkadaşı ve arkadaşları tercih etme, vücut olarak cinsel özelliklerinden ve işlevlerinden hoşlanmama şeklindedir. Çocukken karşıt cinsiyete özgü davranışlar cinsel kimlik bozukluklarından daha sık görülür. Başka bir deyişle, her karşıt-cinsiyet davranışı gösteren çocuk ergenlik ya da erişkinlik döneminde transseksüelite yönünde gelişme göstermeyecektir. Fakat bedenlerine ve cinsel kimliklerine dair huzursuzlukları devam eden, yani transseksüel gençler için yapılabilecek tek tedavi, cinsiyetin yeniden tayinidir. Süreç ve sonuçları belirgin olmasa da hem erken çocukluk hem de ergenlik dönemlerinde ebeveynlerin yapması gereken cezalandırıcı ve yargılayıcı olmadan, hem destek hem de bilgi alabilecekleri konunun uzmanı bir ruh sağlığı profesyoneline başvurmaktır.
Bir bozukluğu mental (akıl) bozukluk olarak niteleyebilmek için, bozukluğun kişide mental yakınmalara neden olması ve uyumla ilgili belirgin sorunlara neden olması gerekir. Transseksüalite ruh sağlığı uzmanlarının klinik tanıları sınıflamakta kullandıkları bir araç olan DSM tanı kılavuzunda Cinsel Kimlik Bozuklukları tanısı altında yer almaktadır. Fakat bu resmi tanının kullanılmasının nedeni bireyleri damgalamak veya bu hastaların medeni haklarının azaltılmasına izin vermek değil, kişilerin iyileşme ümidi, sağlık sigortası kapsamına girme, gelecekte daha etkili tedaviler için araştırmalarda rehber olma gibi önemli yararlar sağlamaya çalışılmasıdır. Cinsel kimlik bozukluğu biyolojik, hormonal, fiziksel bir hastalık olmadığı gibi bir sapkınlık da değildir. Tarihsel olarak tüm dönemlerde çeşitli toplumsal kurallar nedeniyle farklı özellikleri olan azınlık grupları ‘normal’den sapma gösterdikleri, yani aslında sadece ‘farklı’ oldukları için ‘sapık/sapkın’ olarak nitelenmişlerdir. Günümüz biliminin sunduğu bilgiler ışığında bu nitelemenin hiçbir bilimsel gerçekliği yoktur.
Cinsel kimlik bozukluğu tanısına varıldıktan sonra tedavi yaklaşımı 3 evreden oluşmaktadır. Bunlar, arzu edilen cinsiyette gerçek yaşam deneyimleri, arzu edilen cinsiyete ait hormonların kullanılması ve cinsel organlarla diğer seks karakterlerini değiştirmeye yönelik cerrahi girişimler olarak sıralanabilir. Kişinin bu tedavi süreçlerinin tümünde kendisine destekte bulunabilecek aile ve sosyal destek ortamı ile takibini yürüten klinisyen (psikiyatr, psikolog, cerrah vb. ) grubunun varlığı yeni yaşam koşullarına adaptasyonda (uyum sağlamada) oldukça önemli yer tutmaktadır.
Uygun olduğu belirlenmiş erişkin cinsel kimlik bozukluğu vakalarında, karşı cins hormon tedavisi, anatomik ve psikolojik cinsiyet geçiş sürecinde önemli rol oynar. Hormonlar, çoğunlukla, yeni cinsiyette başarılı bir şekilde yaşayabilmek için tıbben gereklidir. Hormonlar, yaşam kalitesini iyileştirir ve birlikte bulunabilecek diğer psikiyatrik sorunları sınırlandırırlar. Klinisyen, biyolojik kadınlara androjen, biyolojik erkeklere östrojen, progesteron ve testosteron bloke edici ilaçlar verdiğinde, hastalar daha çok tercih ettikleri cinsiyetin görüntüsüne sahip olurlar ve kendilerinin daha çok yeni cinsiyetin üyesi olarak hissederler.
Hormon tedavisinin başlangıç yaşı uluslararası protokollerde 18’dir. Ergenlik döneminde hormon kullanımına başlanması halen tartışılan konulardandır. Öncelikle tanıda netleşebilmek için uzun dönem, aile ile iş birliği içinde, farklı uzmanlık dalındaki hekimlerden oluşan bir ekipçe (endokrinolog, ergen psikiyatristi, cinsel kimlik bozukluğu alanında uzman bir terapist) ergenin izlenip tedavinin planlanması önemlidir. Transseksüel bireylerin hormon kullanımına mutlaka doktor takibinde başlamaları ve en az 6 aylık aralıklarla laboratuar tetkikleri yaptırarak tıbbi izlem altında olmaları gerekmektedir.
Psikiyatri kliniğinin ilgili birimince takip edilen, hormon kullanımı için yeterli görülmüş, hormon kullanımında sorun yaşamamış, gerçek yaşam deneyimleri olumlu olan ve terapistleri tarafından cerrahi operasyonlar için hazır olduğu düşünülen bireylere (İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nde bu süreçler en az 1,5 yıllık bir takiple sonuçlanmaktadır) takip edildiği klinik tarafından mahkemeye sunulmak üzere bir rapor oluşturulur. Bu raporun sunulduğu mahkeme izni ile genital (cinsel organlara yönelik) ameliyatlar gerçekleştirilir.
Mahkeme transseksüellikle ilgili kararı Medeni Kanun’un 40. Maddesindeki şartları göz önünde bulundurarak verir. Bu maddeye göre, kişi 18 yaşını doldurmuş ve bekar olmalıdır. Evliyse boşanmak zorundadır. Ayrıca transseksüel yapıda olup, cinsiyet geçişinin ruh sağlığı açısından zorunlu olduğunu ve üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olduğunu kanıtlayan üniversite ya da eğitim ve araştırma hastanesinden alınmış sağlık kurulu raporu ile belgelemesi istenmektedir.
Kişinin geçiş yapacağı cinsiyete ait isim değişikliği psikiyatri raporundan önce yapılabilse de kimlik değişikliği rapor ve ameliyat sonrası yapılmaktadır.
Bilgi Almak veya Randevu Talep Etmek için aşağıda bulunan formu kullanabilirsiniz.